26 Ekim 2012 Cuma

"RöneŞans'a içelim."

Bu gece ne fark ettim biliyor musun, ne fark ettirdin. Durup dururken, hayır canım ne münasebet, ne durup dururkeni, ne yapsak etsek durmadan akıp giden zamanda, kurduğun tek bir cümleden, neyi fark ettim. Toptan düzeltiyorum, tek bir cümleden fark etmedim az önce tümden bir arkadaşlığa dair neyi kabul ettim biliyor musun? (İnsan isteyince ne cümleler kurabiliyor değil mi?)
Adının öznesi olduğu tüm cümleleri silsem hayatımdan, hiçbir şey değişmiyor. Hiçbir şey anlamsızlaşmıyor. Bazı zamansal boşluklar oluyor günün belli saatlerine dair, ama sadece o kadar. Acıttı mı? İşin kötü yanı, hayır!
Yani; sen özneli, sen nesneli, sen gizli özneli, senli benli, senli bizli ne varsa çıkartsam, hayatımda anlatım bozukluğu falan olmuyor. Tuhaf. Bir çeşit dahi anlamındaki “de’siymişsin“ hayatımın. Hani; şu ayrı yazılması gereken; ama lüzumlu lüzumsuz önceki kelimeye bitiştirilen “de”. Hayat film şeridimin negatifinde elimizle senin üzerini kapatsak, hayatımın anlamı değişmiyor, elbette kalsan daha estetik.
Gökyüzüne bakıp gördüğüm bir yıldız gibisin, ışığı gözümde ama kendisi uzun zaman önce yok olmuş. Varlığın aslında bir aldatmacaymış da senin bir cümlen sırtıma dokunup, “boşuna bakma o yıllar evvel patladı” demiş gibi sanki. İşte bu şekilde fark ediyorum, seni konumlandırırken elim hep mouse’un zoomundaymış. Neden şimdi “bana dair Rönesans’a” girdin dersen. “Bilmem herhalde RöneŞans’a “ derim. “Tesadüfen yani”. Belki de seni zorla anlamlandırmaya çalıştığımı gördüm, sana rağmen, süresiz anlamsız tutarsız davranışlarına anlam vermeye çalışan zihnim, kabullendi bu karşılıklı anlamsızlığı. Enerjini böyle hoyratça harcayacağın insan kaynakların yok artık, insan tasarrufuna gitme vakti diye fısıldadı kitaptan başını kaldıran bana.
 
Öyle ki; senle eski fotoğraflarıma baksam, kalbimden, kızgın yağa atılmış tek bir parça patatesin çıkardığı “cız’ı” çıkartamazmışsın. Çıkartamazmışsın diyorum, çünkü senle hiç ortak fotoğrafımız yok, belki de bir tane var. Yan yana geldiği anı belgelendirme gereği duymayan iki bünyenin bildiğini, kuldan saklamak ne mana diye romanlara inat bir avamlıkla yazıyorum bu satırları. Beynimin böylesi tuhaf düşünceleri al –sat yaptığı bu gece, patates mi, sen mi deseler? Düşünmeden patates derim. Düşünsem, yine patates derim. En azından vücutta depolanır derim. Ancak seni nereme koydumsa onca zaman içinde, olmadı. “Saklayamadım”. Kendime sende yer buldum mu? Pas deme hakkımı kullanıyorum.
Sen bu satırları okurken, benim bu satırları yazarak, yazmadan evvel durduğum noktadan koşarak uzaklaştığımı düşüneceksin belki; ama madem doğrulardan bahsediyoruz bu gece düzelteyim: Sen bu satırları okurken ben, aslında hep olduğum kadar uzakta olacağım. Ya da belki “herhangi birisinin” durması gerektiği yerde “hasbelkader” durmuş bir insan olarak, kameraya el sallayarak senin setinden geçiyor olacağım.Endişeye mahal yok ne diyor 21. yy Türkçe sözlü pop müzik şarkısı “ bir varmışım, bir yokmuşum”.

5 yorum:

  1. "Gökyüzüne bakıp gördüğüm bir yıldız gibisin, ışığı gözümde ama kendisi uzun zaman önce yok olmuş." cok güzel...
    vlkr

    YanıtlaSil
  2. Ne kadar güzel yazıyorsunuz, büyük bir keyifle okudum tüm yazıları. hep yazın biz de hep okuyalım :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. teşekkür ederim:) umarım sıklıkla buluşuruz blogta:)

      Sil
  3. "...Beynimin böylesi tuhaf düşünceleri al –sat yaptığı bu gece, patates mi, sen mi deseler? Düşünmeden patates derim. Düşünsem, yine patates derim. En azından vücutta depolanır derim..." demiş yazar beni çok güldüren bu satırlar birilerini çok yaralamış olabilir mi hayat ne enteresan ... muhattabı için ağır ama dışarıdan bir okuyucu için etkileyici/eğlenceli/okunası bir üslup tebrik ederim arkadaşım

    YanıtlaSil