20 Ekim 2012 Cumartesi

Çok şey anlatmak isteyip de pek bir şey anlatamadığım yazı

           Kendimden büyük her şeye kafamı kaldırarak baktığım zamanları özlüyorum ve özlemek duygusu sadece o anlarda anlam buluyor bende. Hayatı -di'li geçmiş zaman üzerinden anlatmadığım, favorimin  “gelecek zaman” olduğu yıllardı. Gelecek üzerine kuracağım hayatımın Karadenizli olmayan müteahhidiydim o aralar. Zemini yanlış seçmiş olmalıyım ki, hayat iki salladıysa beni, yediyle sarsılmışım gibi geldi bana. Kim bilir belki de yapım gereği. Malzemeden çaldığıma dair kuşkularım oluştu sonra.
          Herkesin bana sen dediği, benimse çoklukla siz dediğim dönemleri müteakip yıllardır hissizleştiğim zamanlar. "Siz" oldum hissizleştim sanki ve hissizleştikçe daha bir dilsizleştim sanki. Büyüdükçe kelimelerim dağarcığıma değil, doğrudan darağacına gider oldu benim, kendi kelime dağarcığımın mezarlık bekçisi oldum. Kalabalığa susup, organizmama konuştum. İnsanın ağzından çıkanlarla aklından geçenlerin aynı olamayabileceğini öğrendikten sonradır Tanrı'nın bazılarını sırf doğal hayatın çeşitliliğini bozmamak ve insan türünü zengin göstermek için yaratıp, sahiplendiğini fark etmem. Yoksa çevredeki şuuru yitmiş insan evlatlarının varlığının başka bir açıklaması olamazdı.

           Kimsenin doğuştan kırmızı başlıklı kız olmadığının, şartlar gerektirirse o rolün kendim dahil herkese cuk oturacağının bilinciyle yazıyorum bu satırları. Hepimizin çantasında kırmızı başlık ve kurdun şekilden şekilde ruhu biliyorum. İnsanlar arasındaki ideal mesafenin kolumuzu uzatarak önümüzdekinin omzuna dokunabildiğimiz mesafe olduğunu öğreten beden eğitimi öğretmenimin kulakları çınlasın. Ne zaman ki medeni bir sevgi gösterisi olan el sıkmanın önemi ve gereği yayınlandı resmi gazetede, kolumuz ötekinin omzundayken mana kazanan ilişkiler de başkalaştı sanki. Elimiz kolumuz havada kaldı, neyi nereye koyacağımızı bilemez olduk. Herkesin omzu kendine omuz, kolu da boşlukta bir kol olarak kaldı kalalı, toplum bireyselleşmekten yaralı. Toplumsal bireyselleşmenin kokuşmuş “leşleri” başuçlarımızdaki. Herkes başkasının kokusundan şikâyetçi. Sanki dünya sadece ona, sanki dünya sadece sana, sanki dünya sadece bana dünyaymış gibi. Halbuki, gazoz kapağımı ki dünya herkes kendi cebinde biriktirsin.       

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder