Bu gece ne fark ettim biliyor musun,
ne fark ettirdin. Durup dururken, hayır canım ne münasebet, ne durup dururkeni,
ne yapsak etsek durmadan akıp giden zamanda, kurduğun tek bir cümleden, neyi
fark ettim. Toptan düzeltiyorum, tek bir cümleden fark etmedim az önce tümden bir
arkadaşlığa dair neyi kabul ettim biliyor musun? (İnsan isteyince ne cümleler
kurabiliyor değil mi?)
Adının öznesi olduğu tüm
cümleleri silsem hayatımdan, hiçbir şey değişmiyor. Hiçbir şey anlamsızlaşmıyor.
Bazı zamansal boşluklar oluyor günün belli saatlerine dair, ama sadece o kadar.
Acıttı mı? İşin kötü yanı, hayır!
Yani; sen özneli, sen nesneli, sen
gizli özneli, senli benli, senli bizli ne varsa çıkartsam, hayatımda anlatım
bozukluğu falan olmuyor. Tuhaf. Bir çeşit dahi anlamındaki “de’siymişsin“ hayatımın.
Hani; şu ayrı yazılması gereken; ama lüzumlu lüzumsuz önceki kelimeye
bitiştirilen “de”. Hayat film şeridimin negatifinde elimizle senin üzerini
kapatsak, hayatımın anlamı değişmiyor, elbette kalsan daha estetik.
Gökyüzüne bakıp gördüğüm bir
yıldız gibisin, ışığı gözümde ama kendisi uzun zaman önce yok olmuş. Varlığın
aslında bir aldatmacaymış da senin bir cümlen sırtıma dokunup, “boşuna bakma o
yıllar evvel patladı” demiş gibi sanki. İşte bu şekilde fark ediyorum, seni
konumlandırırken elim hep mouse’un zoomundaymış. Neden şimdi “bana dair Rönesans’a”
girdin dersen. “Bilmem herhalde RöneŞans’a “ derim. “Tesadüfen yani”. Belki de seni zorla anlamlandırmaya
çalıştığımı gördüm, sana rağmen, süresiz anlamsız tutarsız davranışlarına anlam
vermeye çalışan zihnim, kabullendi bu karşılıklı anlamsızlığı. Enerjini böyle
hoyratça harcayacağın insan kaynakların yok artık, insan tasarrufuna gitme
vakti diye fısıldadı kitaptan başını kaldıran bana.
Öyle ki; senle eski
fotoğraflarıma baksam, kalbimden, kızgın yağa atılmış tek bir parça patatesin
çıkardığı “cız’ı” çıkartamazmışsın. Çıkartamazmışsın diyorum, çünkü senle hiç
ortak fotoğrafımız yok, belki de bir tane var. Yan yana geldiği anı belgelendirme
gereği duymayan iki bünyenin bildiğini, kuldan saklamak ne mana diye romanlara
inat bir avamlıkla yazıyorum bu satırları. Beynimin böylesi tuhaf düşünceleri al
–sat yaptığı bu gece, patates mi, sen mi deseler? Düşünmeden patates derim.
Düşünsem, yine patates derim. En azından vücutta depolanır derim. Ancak seni
nereme koydumsa onca zaman içinde, olmadı. “Saklayamadım”. Kendime sende yer buldum
mu? Pas deme hakkımı kullanıyorum.
Sen bu satırları okurken, benim
bu satırları yazarak, yazmadan evvel durduğum noktadan koşarak uzaklaştığımı
düşüneceksin belki; ama madem doğrulardan bahsediyoruz bu gece düzelteyim: Sen
bu satırları okurken ben, aslında hep olduğum kadar uzakta olacağım. Ya da
belki “herhangi birisinin” durması gerektiği yerde “hasbelkader” durmuş bir
insan olarak, kameraya el sallayarak senin setinden geçiyor olacağım.Endişeye
mahal yok ne diyor 21. yy Türkçe sözlü pop müzik şarkısı “ bir varmışım, bir yokmuşum”.