25 Eylül 2012 Salı

Neşet Ertaş


       Sanki bu devrin algısı gereği, bilge olabilmek için;  dinginlikte üst sınıra ama salaşlıkta modernizme yakın, gelenekten - yerelden kopuk,  önce kendi kültüründen uzaklaşmış, uzak coğrafyalarda ruhen gezinmiş ancak sonra kendine dönmüş ve hayatın gerçeğini orda bulmuş olmak, sakin duruşunu, her söyleme karşı beslediği hoşgörüye yormak, çoklukla Kuantum’dan mürekkep olmak gerekiyor. Belki de ben yanlış anlıyorum günümüz bilgelik demeçlerini. Demek istemiyorum ki; yaşam tek bir şekilde yaşanır ve tek bir şekilde insan kendini bulur ve benim tasvir ettiğim yol yanlıştır. Kesinlikle hayır, herkesin bilgelik yolu başka bir yerden geçer. Ama işte anlatmaya çalıştığım guru protipine uygun olmayan bir “bilge” idi Neşet Ertaş. Sanki o, hiçbir yolda kaybolmadan, aramadan, doğuştan, doğalında bir bilgeydi. Ne kendini ifade etmede kullandığı sözcükler, ne de görsel başka bir şey, zihnimde yer etmiş bilgelik ön koşulunu sağlar değildi, 21. yy dijital bilgeliğiyle uyuşmaz bir görüntüdeydi yani. Kendi içine paralı yolculuklara çıkmadan, spritüel workshoplara falan katılmadan içine hakim olabilen, yazı atölyelerinde yaratıcı yazım kurslarına katılmadan,  kalbini diline akıtabilen bir insandı Neşet Ertaş, o yüzden başkaydı. Sadece “sen beni gönlünce mutlu mu sandın”  mısrası bile kaç tane romana, kaç tane yaşama bedeldir kim bilir.
     Sanılmasın ki; “sırf” öldüğünden yazıyorum ben bunları, hayır.  Sevgili Yüksel, lisede bir sebeple bağlama ile Acem Kızı’nı çalıp, bana onu tanıttığından beri, İç Anadolu’dan çıkan en güzel insandır benim için Neşet Ertaş. Sadece benim için değil bence. Bu ülke insanın çoğunun kalbini yarsanız, içinden mutlaka halk türküleri, o türkülerin bazılarından da Neşet Ertaş çıkar. Ölmüş olsa da çıkar. Çünkü saf yaşamı türkü yapıp avucumuza koymuştur o, başka bir dilde aynı hayatı kendince anlatan Red Hot Chili Peppers’lar falan da sonradan tuzu biberi olabilecektir ancak. . 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder