27 Eylül 2012 Perşembe

"'gökyüzü gibi bir şey şu çocukluk, hiç bir yere gitmiyor.''

         Sanki bir el tarafından boğazım sıkılıyormuş hissine sebep olan iç sıkıntımın, çocukken son damlasına kadar yemek için, tabiri caizse; ümüğünü sıktığım çokokremlerin laneti olduğunu düşünüyorum artık. İçine koyduklarından daha fazlasını yemek isterdim sanki. Bence çoğumuz sırf bu sebeple çocukluktan lanetli çünkü büyüdükçe öğretildim ki hayatı anlamak için "çocukluğumuza dönmemiz" gerekiyor. Yani; hayatı en anlamaz olduğumuz zamanlara. Sonra da anladım ki: yetişkinken çıktığımız her yokuş, küçükken plastik leğenle kaydığımız tepelerin başında bitiyor. Kim bilir belki de tekrar o tepeye çıkıp avaz avaza bağırmamız gerekiyor. Büyüdükten sonra çocukluğumuzu sindirmemiz gerekiyor.

          Edip Cansever'in ''Gökyüzü gibi bir şey şu çocukluk, hiç bir yere gitmiyor.'' dizesini anlamamdan kısa bir süre sonradır, her hayatın bir çocukluk üzerine kurulu, her çocukluğun da koca bir hayattan sorumlu olduğunu anlamam.

          Belki biz de Tanrı'nın çokokremleriyizdir, kim bilir. Endişeye mahal yok, okuduklarıyla günaha girmiyor insan, ben bile günaha girmiş sayılmam yazdıklarımla, çünkü bana da bunları yazdıran, burnunun ucu hep kömür karası küçük bir kız çocuğu zaten, plastik leğeniyle tepede beni bekleyen.  

2 yorum: